Yeni Ne Var?

hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bilmeden Kendinize Zarar Vermeyin !

Bilmeden Kendinize Zarar Vermeyin !

-İstediğimiz şeylerin sorumluluğunu üstlenip, bunlarla başa çıkabileceğimizi ayırt etmeden karar aldığımızda..
-Başarı, para peşinde koşarken kendimize neler yaptığımızı görmediğimizde.
-Karşımızdakini de kendimiz gibi gördüğümüzde.
-Birini affetmeyip sürekli bize yaptıklarını içimizde yaşattığımızda.
-Sahip olduklarımızın yaşamımıza kattıklarına ve bizim için önemine bakmadan hep daha iyisine yada tarifleyemediğimiz heyecan arayışlarına girdiğimizde.
-Tartışabilmek yerine; kavga etmek yada sessizliği tercih ettiğimizde.
-Sıkıntılarımızın nedeninin karşımızdaki kişi olduğunu, bizden kaynaklanmadığını düşündüğümüzde.(Kendimize toz kondurmadığımızda..)
-Kendi duygularımızdan konuşmayı güçsüzlük gibi algıladığımızda.
-Karşımızdaki kişiyle ilgili herşeyi bildiğimiz yanılsamasını yaşadığımızda. Bu yanılsamanın etkisiyle onu yönetebileceğimize, istediklerimiz yaptırabileceğimize inandığımızda.
-İsteklerimize ulaşmak için duygularımızı hatta kendimizi yok sayarak harekete geçtiğimizde.
-En önemli duygumuzun aşk olduğunu sanıp aslında yaşadığımız bizi zorlayan ve iyi hissettiren diğer duyguları önemsemediğimizde.
-Kendimizi acımasızca yargıladığımızda; Karşımızdaki kişiyi yargılayarak dinlediğimizde.
-Kendimizi değerli görmemizin etiketlere bağlı olduğunda. (uzman, eş,anne..)
-Tek bir kişiyi yaşamımızın merkezine koyduğumuzda.
-Dünyanın bizim etrafımızda döndüğüne inanıp çevremizde olan her olayı kendimizle ilişkili sandığımızda.
-Karşımızdaki için birşey yapmayı koşula bağladığımızda.
-Hata yaptığımızı kabullenemediğimizde. Hatalarımız için hep bir neden bulduğumuz yada birini sorumlu tuttuğumuzda.
-Bunların farkında olduğumuzu söylememize ancak iç huzurumuz olmamasına, kendimizi iyi hissetmemize rağmen  çözüm arayışına girmediğimizde.
Yaşamımızdaki sorunların nasıl, ne şekilde olduğunu biliyorsak bunlarla nasıl baş edebileceğimizi de biliriz….
Uzm.Psk. Zehra Erol 

Deprasyon Sebebleri ve Terapi Yöntemleri


Depresyonu etkileyen en önemli faktörlerden biri hayat şartlarıdır. Hayatınızda sizleri nelerin mutsuz ettiğini, karamsarlaştırdığını görür ve bunları değiştirme gücüne sahip olduğunuzun farkına varmak çok önemlidir. Bu da rahatsızlığın tekrarlamasını önleyecektir. Bu nedenle psikoterapi son derece önemlidir. Psikoterapinin tedaviye diğer katkısı hastanın yakından takibi ve tanınması ilaç tedavisinin düzenlenmesini kolaylaştırmakta, danışanın tedaviye katkısını arttırmaktadır. Psikoterapiyle tedaviye ailenin de katılımı sağlanarak ailenin de hastalıkla bilgi sahibi olması, destekleyici yaklaşımı sağlanır. En önemli nedenlerden biri de son yıllarda yapılan tüm çalışmalarda depresyonun tedavisinde terapinin kullanılmasının oldukça etkili olduğunu göstermiştir.
Depresyonun ortaya çıkmasında en önemli nedenlerden biri kişinin yaşadığı olayları algılayış şeklimizdir.  Depresyonda kişinin kendisiyle, çevresindeki insanlarla ve gelecekle  ilgili olumsuz düşünceleri mevcuttur. Bu olumsuz veya çarpıtılmış düşünceler de olumsuz duygulara yol açtığından kişi sürekli mutsuzluk kısırdöngüsünde yaşamını sürdürmektedir. Bir danışanımın iyileşme döneminde söylediği gibi; kendimle ilgili ne kadar fazla kötü düşünceler doldurmuşum beynime, farkında değilmişim. Onların ben ne kadar çok üzdüğünü fark edemedim bile… olayları. Kişi kendini mutsuzluk ve olumsuz düşüncelerle kuşatılmıştır ki bu kısırdöngüyü aşmakta zorlanır. Çevresindeki kişilerle paylaşımları da gittikçe sınırlandığı için kimsenin kendisini anlamadığından yakınmaya başlar. Tedavide öncelikle hastaya terapinin ne olduğu, sürecin nasıl devam ettiği anlatılır. 

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ

 Terapi de bilişsel davranışçı yöntemler kullanılır. Biliş;olayları algılayış şeklimiz, inançlarımız, zihinsel tutumlarımızdır. Bu terapi nasıl düşünüyorsanız öyle hissedersinizi temel alan bir yaklaşımdır. Olumsuz düşüncelerin olumsuz duygulara neden olduğuna dayanır. Bilişsel terapi ile amaçlanan depresyonun belirtilerinin ortadan kalkması, kişinin kendisini mutsuz eden nedenlerin farkına varmasını ve bunlarla başa çıkmak için etkili stratejiler geliştirmesini sağlamak. İlerde karşılaşabileceği sorunlarla ilişkili etkili korunma yöntemleri geliştirmek. Depresyonda kişi kendisiyle ilgili, çevreyle ilgili ve gelecekleri ile ilgili olumsuz düşüncelere sahiptir. Kendini güçsüz, sevilmeyen, yetersiz biri olarak görür. Çevresindeki insanların kendisine destek olmadığını, onlar tarafından sevilmediğine inanır. Gelecekle ilgili de karamsar ve umutsuzdur. Sürekli olumsuz düşünme olumsuz duygularımızın nedenidir ve depresyona katkıda bulunur. Olumsuz düşünceler incelendiğinde bunların bilişsel çarpıtmalar içermekte olduğu saptanmıştır. İlk başta bunu fark etmeyebiliriz, ancak bu düşünceler incelendiğinde mantıksız ve hatalı olduklarını görebiliriz. Bu şekildeki olumsuz düşünceler, çarpıtılmış düşünce şekillerinin hastanın duygularını nasıl etkilediğinin farkına varılması, bu aslı olmayan düşüncelerin nasıl otomatik olarak geldiğini görmesi önemlidir. Bu negatif otomatik düşünceler, bilişsel çarpıtmalar depresyonun devamını sağlar. Olumsuz düşündüklerinin inançlarını etkilediği ve bu inançları sorgulamadan kabul ettiğinizde bilişsel hatalara yol açtığıdır. Bu bilişsel hatalardan birkaç örnek verebilirsek Örneğin; Sadece 2 aylık bir staj ve bir aylık kısa iş deneyimi istediği gibi gitmeyen ve bunlardan kendi isteği ile ayrılan bir kişinin hiçbir işte başarılı olamıyorum demesi. Bu şekilde bir yaklaşım sadece 2 olaydan yola çıkarak yapılmış bir genellemedir. Genellemeler zihnin bilişsel çarpıtmalarıdır. Otomatik olarak ortaya çıkarlar bunları ortadan kalkmadığı sürece kişiyi mutsuz ederler. Diğer bir örnek de olumlu olan şeyleri geçersiz kılmak. Örneğin sosyal ilişkilerinde sorunlar yaşayan ancak okul başarısı ve aile ilişkileri iyi olan bayan X’in evet okul başarısı ve aile ilişkileri herkesin iyidir. Önemli olan sosyal ilişkilerin iyi olması… şeklindeki yaklaşımı olumluyu geçersiz kılmaya örnektir. Bu olumsuz düşünceler otomatikleşmiştir. Kişi bunların farkında değildir, birden bire ortaya çıkarlar. Kişi yaşadığı olayları çarpıtılmış şekilde algıladığında duygusal tepkileri de üzgün olacaktır. Bu nedenle yaşadıklarımızı doğru algılayabilmek son derece önemlidir. Bu noktada bilişsel davranışçı tedavi devreye girer. Bilişsel davranışçı tedaviler özellikle depresyonda oldukça etkilidir. Tedavi süresi depresyonun ağırlığın bağlı olmakla birlikte hafif düzeyde depresyonda 12-16 terapi oturumunu kapsayan bir süreçtir. Orta ve ağır düzeyde depresyonda bu süreç uzamaktadır. İlaç tedavisi artı bilişsel davranışçı terapi oldukça işe yarayan bir yöntemdir.
46 yaşında 16 yıllık depresyon öyküsü olan kadın danışan. Evli 2 kız çocuk annesi, ağlama, baş ağrısı, mutsuzluk, yaşamdan zevk alamama, unutkanlık belirtileri ile kliniğimize başvurmuş. Önce psikiyatristimiz tarafından ilaç düzenlemesi yapılmış, sonrasında terapiye yönlendirilmişti. Daha öncesinde terapi öyküsü yok. 16 yıl içinde iki kez intihar öyküsü var. ara ara kendisini iyi hissettiği dönemlerden bahsediyor. Ancak tam olarak kendini mutlu hissettiği dönemden bahsetmiyor. Kendisini hiçbir şeyin iyi hissettiremeyeceğini söylüyordu. Kendini yetersiz ve değersiz hissediyordu. Çevresindekilerin onu anlamadığından yakınıyordu. Eşini sinirli ve gergin biri olarak algılıyordu. Çocuklarını kendisine yardımcı olmadığını, bencil olduklarını söylüyordu. Evdeki tüm zamanını yatarak geçiriyordu. Kendi ailesinde sorunun olmadığını evlendikten sonra sorunların başladığını anlattı. Eşinin ailesi ataerkil bir yapıya sahipti. Eşi ailenin en küçük çocuğuydu ve ailesiyle birlikte çalışıyordu. Bu nedenle de eşiyle evlendiği günden bu yana sorun yaşadığını anlatıyordu. Eşine evliliğinin ilk yıllarında kendi ailesine hayır diyemediği ve ailesinin işlerine karıştırdığı için kızıyordu. Bu süreçte kendisi de sorun çıkmasın diye eşine hiç hayır dememiş. Eşi ve çocukların çatıştığı durumlarda denge kurmaya çalışmıştı. Bir süre sonra artık her şeyin peşini hatta kendisini de bırakmış sürekli sorunlarla uğraşmaktan yaşamdan zevk alamaz hale gelmiştir. Evdeki kimsenin kendisini anlayamayacağına inanıyordu. Söylediklerinin yaptıklarının takdir edilmediği ve karar almadığını söylüyordu. Rahatsızlığı uzun süredir devam ettiği için de kendisine kimsenin yardım edemeyeceğini düşünüyordu. En ufak bir olumsuzluk durumunu hemen hastalığı ile birleştiriyor. Hasta olarak yaşamıma devam edeceğine işaret olarak görüyordu. Sürekli depresyonundan bahsediyordu. Uyanamamasından, iş yapamamasından, eşini ve çocukları ile sorunlarından bahsediyordu. Yaptığımız görüşmeler de hastalık ön planda gözükse de daha derinde kişisel yetersizlik algısının yaptığını gördük. Örneğin eşine, çocuklarına yemek hazırlamak, sofra kurmak vb.. işleri yapmaktadır. Az sayıda olsa da evde misafir kabul edebilmektedir. Ancak eskiden beş çeşit yemek yaparken artık üç çeşit yemek yapıyor olmak hiçbir şey yapamıyor olmak anlamına geliyordu. Performansını mükemmel bulmadığı için kendini yetersiz görmekteydi. (bilişsel çarpıtma; ya hep ya hiç düşüncesi) böyle bir durumda çevresindeki kişiler tarafından onaylanmayacağı, başarısız olarak görüleceği düşüncesindeydi. Bu danışanın her şeyi mükemmel yapma ve en ufak bir olumsuzlukta kendini yetersiz görme düşüncesi kulağı tırmalamaktadır. Bunu bir arkadaş grubunda konuşuyor olsak ne kadar mantıksız diye tepkide gösterebiliriz. Oysa depresyondaki kişinin zihnin de bayan X de olduğu gibi gerçekçi ve mantıklı olmayan düşünce biçimleri vardır ve kişi buna inanmaktadır. Bundan farklı bir düşünceyi kabul etmek kişi için oldukça zordur. Bu nedenle de bu çarpıtılmış düşünceler ile zihin meşguldür. Hasta çevresindeki kişileri de değersizlik duygularına farkında olmadan ortak etmeye çalışır. Seanslara da yetersiz hissettiği, başarısız olduğunu düşündüğü durumları sıklıkla getirir. Olumsuz kendilik algılamasına ortak olmamak için danışana kendisiyle ilgili yukarda da örnek verdiğimiz çarpıtılmış düşüncelerini birlikte sorgulanmaktadır. Bayan X’de de depresyondayken oluşan olumsuz düşüncelerinin yerine daha gerçekçi değerlendirmeler koymasına yardımcı olarak olayları daha gerçekçi düzeyde görmesini sağladık. Örneğin; Misafirlerime 5 çeşit yemek yerine 3 çeşit yemek yaptım, yetersizim yerine.. Yapabildiğimde 5 çeşit yemek hazırlayabiliyorum, ama bunu her zaman yapmam mümkün değil. Bir süre sonra bayan X eşi ve çocuklarını da algılayışındaki çarpıtmaları görmeye başladı. Çocuklarına yönelik aşırı koruyucu tutumlarının altında onları “çaresiz” olarak algılayışının yattığını gördü. Bir süre sonrada onlara yönelik aşırı koruyucu ebeveyn tutumlarını azalttı. Bu şekilde de çocukları ile iletişiminde de rahatlamış oldu. Bilişsel terapiyle birlikte kullanılan diğer bir yöntemde davranışçı terapi yöntemleridir. Kişinin düşüncelerinde kısmen değişim sağlayabilmek için kayıt tutma yöntemleri, kişinin günlük aktivitelere katılımında oluşan isteksizliği azaltmak için kullanılan günlük aktivite programları oluşturulur. Bu programlar terapistle birlikte oluşturulur. Diğer bir yöntemde relaksasyon öğretmek. Bu noktada hem bilişsel hemde davranışsal öğrenmeye neden olan NBF den bahsedebiliriz.

KİŞİLERARASI TERAPİLER;

Bu terapi yönteminde amaçlanan depresif belirtileri azaltmak ve kişinin sosyal işlevlerini düzenleyerek kişilerarası ilişkilerde yaşanan problemleri azaltmaktır. Kişilerarası terapi de depresyonun oluşumuna temel hazırlayan yada hastalığın izleyen olaylar, kişiler arası ilişkileri anlayıp bu durumlarla başa çıkma becerileri edinmesini sağlamak üzere tasarlanmış bir terapi yöntemidir. Bu sorunlar depresyon öncesinde olabildiği gibi depresyon sırasında da görülebilir. Depresyon öncesinde gelen sorunlara çocukluk döneminde rastlayabiliriz. Depresyon yaşayan erişkinlerin geçmiş yaşantıları incelendiğinde aile içi tartışmalar, baskıcı, müdahaleci ebeveyn tutumları sıklıkla görülür. Örneğin, iş yerindeki problemlerle kliniğimize baş vuran bayan Y’nin terapi süreci başladıktan sonra iş yerinde yaşadığı problemlerin iletişim becerileri ve benlik saygısı ile ilgili problemlerin tetikleyici olduğu saptandı. Geçmişe dönük bir değerlendirme yapıldığında bayan Y’nin çocukluğunda aşırı baskıcı ve otoriter bir babayla ilişki kurmakta zorlandığı görüldü. Babanın hiçbir yaptığını beğenmediğini, kendisini sürekli eleştirdiğini söyledi. Kendisi başarılı bir muhasebeci olmasına rağmen babasının iş yerinde para ile sorunları olduğunda kendisi yardım teklif ettiğinde babasının sen anlamazsın diyerek onu terslediğini anlatıyordu. Böyle bir durumda ne yapacağını bilemediğinde içine çekiliyor ve babasıyla bir süre konuşmamayı tercih ediyordu. Bu ilişki şekli çocukluğundan beri devam eden bir süreç halini almıştı. Bayan Y de olduğu gibi kişinin beklentileri karşısındaki kişinin verebildikleri arasında belirgin bir fark olduğunda kişi çelişkiye düşer. Bu süreç devam ettikçe de sorun artar. Böyle bir sorunda bu tedavi yönteminde öncelikle amaçlanan kişinin tek yanlı beklentilerini anlamasına yardımcı olmaktır. Bu örnekte de bayan Y’nin babasından beklentileri incelendi. Babasının kendisi ile ilişkisinde onu bir yetişkin gibi görmesi, iş yaşamını paylaşması ve yaptıklarını onaylamasını beklediğini gördü. Sonra babasının kendisinden beklentileri üzerinde duruldu. Oysa babası kızıyla iş yaşamının inceliklerine girme arzusu yoktu, kızının okumasını bile istememişti.. Babası kızından beklentilerini geleneksel kadına ait sorumluluklarla sınırlamıştı. İyi bir evlilik ve torun. Birbirlerinden beklentileri oldukça zıttı. Bayan Y kendi beklentilerini babasına dayatmadığı zaman ilişkinin düzelebildiğini fark edip bu şekilde iletişim kurmaya başlayınca ilişkide olumlu değişimler gözlendi. Bu örnekte olduğu gibi kişilerarası ilişkilerde yaşanan sorunlar ve bunlarla baş etme alanında kişilerarası terapi çalışmaktadır. Bunun yanında çözülmemiş yas olayları, başkalarıyla olan çatışmalar, kişinin yaşamındaki rol değişimlerine (evlenmek, emekli olmak..) sonucunda oluşan sorunlarda da çalışılır. Bu terapi yönteminde amaç depresyonun belirtilerin ortaya çıkmasına veya depresyonu tetikleyen koşulların anlaşılmasına, bu koşullar da kendilerini olumsuz etkileyen durumlarla başa çıkmalarına neden olan becerileri geliştirmelerine yardımcı olan terapi yöntemidir. Bu terapi yöntemi de yaklaşık 12-18 seansı kapsar. Görüşmeler haftada birdir.

PSİKODİNAMİK PSİKOTERAPİLER;

Diğer bir tedavi yöntemi psikodinamik psikoterapidir. Bu yöntemde kişinin kendisine zarar veren kendisinde sıkıntı yaratan duygu ve davranışlarını inceleme sürecidir. Burada amaçlanan kişinin kendi istek ve arzuları ile çevresi arasında meydana gelen uyumsuzluğun sonunda oluşan çatışmaları çözümleyerek depresyonun tedavi edilmesini sağlamaktır. Bu yöntemde kişide mutsuzluk yaratan ilişkiler ve davranışların köklerinin farkına varması amaçlanır. Bu nedenle de terapist hastanın çocukluğundan bu yana geçirdiği tüm yaşam deneyimlerini derinlemesine danışanla birlikte inceler. Bu şekilde hasta kendisini tanıyarak, kendisini etkileyen olayların farkına vararak olayların üstesinden gelmesini engelleyen tutumlarını değiştirmektir. Amaçlanan kişinin kişiliğindeki soruna neden olan yanların farkına varıp çözüme yönelik sağlıklı değişikler sağlamaktır. Erken çocukluk deneyimlerinin yarattığı hayal kırıklıkları ve bunların yetişkin yaşam üzerine etkileri depresyona oluşumuna zemin hazırlar. Depresyon da kişinin bağımlılık, davranışları üzerinde kontrol sağlayamama, yakın ilişki kurma ile ilgili problemleri vardır. bu problemlerin nedeni çocukluk çağında yaşanan duygusal problemlerdir. Hasta geçmişte kullandığı baş etme yöntemlerini terapiye getirir. Geçmişten bugüne getirilen sorunlarla baş etme yöntemleri, savunmalar, yakın ilişkideki çatışmalar terapiye getirilir. Hastaya içgörü kazandırılarak uyumunu bozan paternler tanımlanır, anlaması sağlanır. Depresyonlu hastalarda suçluluk duyguları, kayba karşı tepkiler, öfkeyle baş etme zorlukları, anne, baba, çocuk ilişki üçgeni sık işlenen konulardır. Terapi süreci içinde çözümlenmeye çalışılır. Dinamik psikoterapi süresi ile ilgili net bir yanıt vermek zordur. Kısa dönemli dinamik terapi en az 15-25 seanstır.

NEURO-BIOFEEDBACK VE DEPRESYON

Yoğun stres organizmada bir takım fizyolojik belirtilerin oluşmasına neden olur. Çarpıntı, kas gerginliği nefes alış veriş düzensizlikleri, bunlara süreç içinde dikkat dağınıklığı ve unutkanlık gibi belirtiler de eklenir. Depresyonda da bu belirtilere sıklıkla rastlanır. En sık görülen belirtiler dikkat dağınıklığı, unutkanlık, baş ağrısı ve kas gerginliğidir. Bu belirtiler kişinin iş ve özel yaşamını felç eder. Bu belirtilerin ortadan kalkması stresin kontrol edilmesiyle mümkündür.
Neuro-biofeedback; Kişinin beyin dalgalarını bilgisayarda görmesiyle gerilimin azaltılması ve gevşemenin sağlanmasına dayalı bir yöntemdir. Kişinin stresinin bedensel tepkilerini bilgisayar ekranında görmesi bu belirtilerin farkına vararak, kontrol etmesi ve gevşemeyi öğrenmesine dayalı bir tekniktir. Bilgisayar ekranında beyin dalgalarının gözlenmesi ve bunları geri bildirim amacıyla kullanmasına dayalıdır. Beynin biyoelektrik haritası çıkarılır, stresli çalışan alanlar belirlenir. Neuro-biofeedback aletinin elektrotları belirlenen alanlara takılır. Bilgisayar ekranında bu alandaki beyin dalgaları görüntülenir. Kişiye görsel ve işitsel sinyallerle geri bildirim verilerek kendini kontrol ederek beyin dalgalarını üretmesi sağlanmaya çalışılır. Neuro-biofeedback tekniği ile amaç kişiye rahatsızlığı ile ilgili farkındalık kazandırmak, bireysel psikoterapide kazandığı davranış değişikliklerinin beyninde ne tür bioelektriksel görünüm kazandığıyla ilgili geribildirim verir. Yine bu yöntemle kas gerginliği ölçen aletler takılarak vücudun gerginliği ile ilgili görsel ve işitsel sinyaller bilgisayar ekranına yansıtılır. Bu sinyallerden alınan geri bildirimle vücut gevşetilerel kas gerginliğinin azaltılması sağlanır. Bu şekilde stresin vücutta yarattığı bedensel tepkilerin azaltılması sağlanır.

REHACOM ve DEPRESYON

Depresyonda unutkanlık, dalgınlık, anlamakta güçlük çekme ve dikkat sorunları sıklıkla görülür. Kişi söyleneni dinlemekte zorlandığını, yapılan günlük işlere yönelemediğini ifade eder. Kişinin dikkatini odaklama, hatırlamada zorlanma gibi problemlerinin çözümünde destekleyici olarak kullanılırRehaCom bir zihin geliştirme programıdır. Bu program, alınan tanının tedavisine yönelik olup 30 dakika veya hastaya göre arttırılarak, azaltılarak bazen tek program, bazen de iki program birlikte uygulanır.


Tüp Bebek Hakkında Tüm Bilmeniz Gerekenler

Tüp Bebek Hakkında Tüm Bilmeniz Gerekenler


1-     Bebek sahibi olmak isteyen çiftler ne yapmalı ?


Bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin niyetlenmeden önce bir kadın-doğum uzmanına başvurmaları gerekmektedir. Bu muayenede gebe kalmanın en uygun olduğu günler saptanır. Gebelik öncesi bebek ve anneyi ilgilendiren bir takım tahliller yapılır. Bu tahliller sonrasında, değişik hastalıklara karşı aşılar gerekebilir. Bazı hastalıklar bulunup, bununla ilgili ilk tedaviler yapılabilir. Örneğin şeker hastalığı gibi.
Bundan sonra bizler bu çiftlere altı aylık bir zaman vermekte ve bu süre içinde kendi kendilerine gebe kalamamaları durumunda da bize başvurmalarını istemekteyiz. Bize başvurduklarında ilk olarak sperm sayımı yapılır ve anne adayının hormonal durumuna bakılır. Sonra kendisine yumurtlama takibi yapılarak yumurtlayıp yumurtlamadığı anlaşılır. Bunun sonunda yumurtlama varsa da yoksa da yumurtlamayı arttırıcı ilaçlarla 3 ile 6 aya kadarlık bir tedaviye alınır.
Bunların sonunda gebelik oluşmazsa rahim röntgeni çekilir ve kanallar açıksa aşılama tedavilerine geçilebilir. Bu da olmazsa çift tüp bebeğe kadar gidebilir.

 2- Günümüzde tüp bebek için uygulanan sistem nedir ?


Çiftler karı-koca olarak bize başvururlar. Resmi nikâh gereklidir. Özel Jinemed Tüp Bebek Merkezimizde yeniden erkeğin sperm testi yapılır. Çünkü bizler dışarıda yapılan sperm sayımlarından çok daha farklı sonuçlar elde edebilmekteyiz. Kadının rahim röntgeni yoksa çekilir, hormonlarına bakılarak menopozal bir durumun olmadığı anlaşıldıktan sonra da tedaviye geçilir.
Tedavide uzun protokol ve kısa protokol denilen yöntemler vardır. Değişik ilaçlarla kadının yumurtalıkları uyarılır ve birden çok yumurta üretilmesi sağlanır.

 3-Tüp Hangi aşamalar var ?


Gelen çiftlerin önce bir inceleme ve değerlendirme aşaması vardır. Burada belirttiğimiz gibi sperm sayımı, kadının rahimi durumu, yoksa kanallarının durumu röntgenle anlaşılır, hormonal durumuna bakılır, değişik alerji testleri, pıhtılaşma testleri yapılarak gebe kalıp kalmayacağı konusunda bilgi elde edilebilir.
Bundan sonra tedavi aşamasına geçmekteyiz. Bu aşamada anne adayı yaklaşık bir ay kadar değişik iğnelerle uyarılarak ve yumurtalıkları ultrasonla takip edilerek yumurta gelişimi sağlanır. Yumurtalar belli bir gelişmeye ulaştıkları zaman da onu olgunlaştıran ve çatlatan bir iğne yapılır ve 36 saat sonra anestezi altında yumurtalar toplanır.
Toplanan yumurtalar 5-6 saat içinde spermlerle biraraya getirilir veya sperm tek tek her bir yumurtanın içine enjekte edilir (mikroenjeksiyon).
Bu enjekte edilen yumurtalar inkübatör denilen fırınlarda 37º’de bekletilir ve genellikle üç gün içinde bu döllenmiş yumurtalar 8 hücreye kadar bölünür ve bu 8 hücreye bölünmüş embryolar anne rahmine embryo transferi denilen bir işlemle anestizisiz olarak ince bir plastik kanül yardımıyla enjekte edilir. Bundan 13 gün sonra gebelik testi bakılır. Gebe kalan anneler gebeliğin ilk üç ayına kadar yakın kontrolde tutularak çocuğun düşmesi engellenmeye çalışılır. Bunun için bir takım iğneler ve haplar verilir.

 4- Bir çift ne kadar süre sonra doktorun yolunu tutmalı ?


Bir karı-koca evlenip korunmaksızın ilişkide bulundukları zaman genellikle 6 ay içinde %80-85 oranında gebe kalırlar 6 ayı geçen çiftlerin doktora başvurmaları uygundur. Burada en büyük sorun anne yaşıdır. 40 yaşından sonra annelerin gebe kalma şansı ciddi olarak azalmaktadır. Onun için bu yaş civarındaki kadınlara doğal yöntemlerle gebelik denemesini bazen 3 ayla sınırla tutmaktayız.

5- Başarısız olunursa spesifik uygulamalar yapılıyor mu?


Mikroenjeksiyon-tüp bebek yöntemi günümüzde çok ilerlemiştir. Örneğin embryo transferi öncesi embryoların zar kalınlıkları ölçülür ve kalın olanlara lazerle inceltme işlemi yapılabilir. Buna yardımcı yuvalama diyoruz. Yine müteakip defalar denenmesine rağmen gebe kalamayan anne adaylarında yapay rahim dediğimiz işlemi uyguluyoruz. Yani annenin rahim zarından örnek alınıp, dışarıda kültürle çoğaltıldıktan sonra embryolar onunla birlikte rahime verilerek daha uyumlu şartlarda embryonun tutması sağlanmaktadır. Buna ek olarak beşinci güne kadar bekleterek blastosist transferi yapılmaktadır ki bunda da en güçlü embryolar seçilebilmektedir.
Embryolar anneye verilmeden önce yani 8 hücre safhasındayken bir tek hücre alınıp onun  da kromozomuna bakılarak kromozom bozukluğu olmadığı anlaşılanlar anneye geri verilebilir. Buna PGD işlemi diyoruz ki özellikle 40 yaş üzeri anne adaylarında veya değişik denemelere rağmen gebe kalamamış tüp bebek hastalarında faydalı bir yöntemdir.
Bazı anne adayları tüp bebek esnasında kullanılan ilaçlara şiddetli tepkiler vermekte, yumurtalıkları büyümekte, karında su toplanmaktadır. Ciddi sağlık sorunları yaratabilen bu duruma aşırı uyarılma (hiperstümulasyon) diyoruz.
Özel Jinemed Tüp Bebek Merkezimizde kişilere ilaçsız tüp bebek diye adlandırdığımız IVM (invitromaturasyon) uyguluyoruz. Bu uygulamada yumurtalıklardaki yumurtalar ilaçsız olarak toplanır ve dışarıdaki bir ortamda olgunlaştırılır, spermle enjekte edilir ve oluşan embryolar anneye verilir. Türkiye’deki bu konudaki ilk başarı ve ilk doğumu Jinemed olarak biz bundan 5 yıl önce gerçekleştirdik ve bu sistem giderek taraftar toplamaktadır.

6- Tüp bebek uygulamasında kadının mı yoksa erkeğin mi işi daha zor 


Maalesef pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kadının işi daha zordur. Çünkü erkek her seferinde milyonlarca sperm üretebilmekte ama kadının yumurta üretimi ayda birle sınırlı kalmaktadır. Bunun için şans artsın diye kadının yumurta sayısını arttırıcı işlemler uyguluyoruz. Yani kadın bir ay kadar değişik iğneler vurulmakta, sık sık kontrole gelmekte, iğnelerin etkisiyle bazen rahatsız olmaktadır. İşlemler kadına uygulandığı için anesteziyi o almakta, embryo transferi ona yapılmakta ve transferden sonra gebelik testine kadar ki sürede yine kalçadan çocuk düşmesin diye değişik iğneler yapılmaktadır.

7-      Tüp bebek uygulamasında nelere dikkat edilmeli ?


Tüp bebek herkese uygulanmamalıdır. Son yıllarda çok merkez açıldığı için tüp bebek gereken çiftlere değil gerekmeyen çiftlere de uygulanmaktadır. Hastaların seçtikleri ekibin tecrübesini, başarı oranlarını, hekimlerin yetiştiği yerleri incelemeleri gereklidir. Tüp bebek bir ekip işidir ve mutlaka bir ekibin bu işi yaptığından emin olunmalıdır. Merkezin görüntüsü, temizliği, hastalara olan ilgisi, yakınlığı da önemlidir. Bu merkezlerde mutlaka psikolojik destek için psikolog bulundurmalı, erkek hastalar için deneyimli bir ürolog mevcut olmalıdır.
Tüp bebek pahalı bir işlemdir ve onun için ne kadara mal olacağı hekim  ve hemşireler detaylı olarak konuşmalıdır. Son zamanlarda değişik devlet kurumları da tüp bebeğe katkıda bulunmaya başlamışlardır.

TÜP BEBEK HAKKINDA TÜM MERAK ETTİKLERİNİZ


TÜP BEBEK HAKKINDA TÜM MERAK ETTİKLERİNİZ

Annenin yumurtalığında her ay üreyen tek bir yumurtanın yerine ona birtakım ilaçlar vererek bir sürü yumurta üretilir.
Tabiatta normal olarak çatlayıp yumurtalığı terk eden yumurta yerine yine anneye bir yumurtlatıcı ( yumurta çatlatıcı ) ilaç verilir.
Bu ilaçtan sonra yumurtaların çatlayıp ta karın boşluğuna veya yumurtalık kanalına gidip kaybolmasına engel olmak için 35 saat sonra  ( ki yumurta yaklaşık 38 saatten sonra yumurtlayıp kaybolmaktadır ) ameliyathanede hafif bir anestezi altında vajinal yoldan ultrason eşliğindeki bir iğneyle yumurtalığa girilir.
Yumurta etrafındaki su dolu keseciğiyle birlikte ( folikül ) emilir.
Emilen sıvı embriyoluğa verilir o da mikroskop altında bu sıvının içinde yumurtanın kendisini arar ve bulur. 
Bu şekilde bütün yumurtalar toplandıktan sonra anneye rahim zarını biraz kalınlaştırıcı ve gebeliği hazırlayıcı ilaç veya iğnelere başlanır.
Yumurta toplandıktan 1- 2 saat sonra daha önce alınmış ve seçilmiş spermlerle bir araya getirilerek spermin bu yumurtayı döllemesi beklenir ( Buna, IVF tüp bebek diyoruz).
Ne var ki IVF yönteminde spermin yumurtayı döllenmesi beklenir ve bazen bu hiçbir şekilde gerçekleşmez.
Örneğin sperm çok zayıftır, dölleme yeteneğinden uzaktır, şekil bozukluğu vardır vs.
Dolayısıyla 1995 yılında mikroenjeksiyon denilen bir yöntem ortaya çıkmıştır.
Bu yöntemde tek bir sperm alınıp bir iğne yardımı ile yumurtanın zarı delinerek aynen doğada olduğu gibi spermi yumurtanın çekirdeğinin yanına bırakıyoruz ve bir yerde döllenmeyi zorla yapıyoruz.
Artık günümüzde en çok kullanılan yöntem budur ve bizde Jinemed'de sadece mikroenjeksiyon yapıyoruz.
Mikroenjeksiyonlu gebelik şansı tüp bebekten genelde daha yüksektir. Bu şekilde yumurtanın içine sperm sokulduktan sonra bu yumurtalar insan vücuduna benzer ortam içeren inkübator denilen cihazlarda ( kuluçka makinesi de denilebilir! ) bekletilir.
24 saat sonra bu döllenen yumurtanın ikiye bölündüğü 2 gün sonra dörde bölündüğü 3 gün sonra ise sekize bölündüğü izlenir.
Üçüncü günde sekize bölünmüş embriyolardan 2 veya 3 tanesi seçilerek ince bir tüp yardımı ile annenin rahmine yerleştirilir.
Yani tabiatta yumurtalık kanalında olan dölleme işlemi aynen dışarıda gerçekleştirilir ve yumurtalık kanalının rahme doğru ilerlettiği ilk döllenmiş yumurta (zigot) dışarı da üretilerek rahme direk bizim tarafımızdan yerleştirilir.
Rahim içine yerleştirilen her embriyo tutunamaz dolayısı ile tüp bebekte her kadın her denemede gebe kalamaz.
Bu tabiatın insanlara verdiği bir kısıtlamadır ve bir yerde insan neslinin gebe kalma yeteneğinin hayvanlardan daha az olması bundandır.


TÜP BEBEK İLAÇLARI NELERDİR ?


Tüp bebek tedavileri esnasında kadınların yumurtaların sayısını arttırmak için özel bazı hormonal iğneler verilir.
Bu iğneler yumurtanın büyümesini sağlar.
Bazen bu ilaçlar çok fazla gelirse yumurtalıklar aşırı uyarılma hastalığı (OHSS) dediğimiz bir hastalık oluşur ve bunlar yumurtalıklarda aşırı büyüme, karında su toplama, karnın şişmesi ve gerginlik oluşur ve hasta bazen yoğun bakıma gidecek kadar ağır şekilde rahatsızlanabilir.
Son yıllardaki iğne teknolojisi sayesinde artık bu hastalıkları çok ender görüyoruz ve bunun oluşma şansı şu an %1‘lerin de altına inmiştir.
Hastalarımız iğne tedavileri esnasında kilo aldıklarını, şiştiklerini, karınlarının büyüdüğünü bir takım sıkıntılar duyduklarını söylerler ki bunların bir kısmı doğrudur ama bir kısmı da işlemin getirdiği sese bağlı ve iğneyle ilgisi olmayan şikâyetlerdir.

TÜP BEBEK İLAÇLARI NELERDİR ?


TÜP BEBEK İLAÇLARI KANSER YAPAR MI?


Bu bize çok sorulan bir sorudur.
Bildiğiniz gibi 1978 yılından beri tüp bebek yapılmaktadır ve şu an dünyada milyonlarca tüp bebek doğmuş bebek mevcuttur.
Bunu da denemiş yine milyonlarca kadın vardır.
Şu ana kadar ki bilgilerimize göre; tüp bebek tedavisi meme kanserini, rahim kanserini arttırmamaktadır, yumurtalık kanserine de etkisi yoktur.
Sadece bazı ağız yolu ile kullanılan ilaçların 12 denemeden daha fazla kullanıldığı durumlarda yumurtalığın ‘sınırda kanser' dediğimiz bir ara hastalığında biraz artış görülmüştür.
Bunun önlenmesi için eğer tüp bebek tedavisi başarısız olmuş bir kişi bu konuda ümidini kesmişse bir sene kadar doğum kontrol hapı verilir ve bu da bu sınırda kanser şansını yok eder.
Kişi gebe kalmışsa zaten gerek meme, gerek yumurtalık, gerek rahim kanseri geçirme şansı azalır çünkü bu kanserler hiç çocuk doğurmamış ve gebe kalmamış kişilerde daha sık rastlanır.
Dolayısıyla tüp bebek tedavileri özellikle başarıya ulaşırsa, kişileri bazı kanserlerin riskini azaltması açısından da faydalıdır.

 İLAÇSIZ TÜP BEBEK


 Bazı hastalarda aşırı uyarılma durumu dolayısıyla ilaçlar ya çok az verilmelidir veya ilaçsız tüp bebek denenebilir.
Özellikle polikistik yumurtalık dediğimiz hastalıklarda bu olay daha sık rastlanacağı için ilaç vermeden yumurtalıktaki mevcut küçük yumurtalar ham şekilde alınabilir, dışarıda olgunlaştırılıp döllendirilerek embriyolar hastaya nakledilebilir.
Buna ilaçsız tüp bebek diyoruz.
Çok özel bazı durumlarda faydalıdır ama genelde başarı şansı daha düşük olduğu için hiçbir zaman ilk tercih olamaz.
Yine bazı hastalarda değişik ilaç tedavilerine rağmen sadece bir veya iki tane yumurta gelişiyorsa ve bu kişiler normal adet görüyorlarsa, doğal adetlerindeki tek yumurtası ile hiç ilaç vermeden bu yumurta toplanıp, onunla da tüp bebek yapılabilir.

TÜP BEBEK NE KADAR ? KAÇ PARADIR ?

TÜP BEBEK NE KADAR ? KAÇ PARADIR ?


Tüp bebek maliyetli bir tedavidir çünkü bu konuda uzman doktorların yetişmesi çok zordur ve uzundur, uzman sayımız nispeten azdır. Aynı şekilde yumurta döllenme ve embriyo üzerine çalışan embriyologlarımızın da sayısı kısıtlıdır ve çok uzun ve zor bir eğitim sonrasında bu noktaya gelebilmişlerdir. Bir tüp bebekte yaklaşık 10 - 12 civarında kişinin uyumlu bir şekilde çalıştığını hatırlatmak isterim. Dolayısıyla baştaki ekip liderleri, doktorlar, embriyologlar, hemşireler, anestezistler, yardımcı personel gibi iş elemanlarının bu konuda katkısı vardır ve dolayısıyla tüp bebek tedavileri maliyetli olmaktadır.
Türkiye'de ortalama tüp bebek maliyetleri 5000- 6000 TL civarındadır. ( Bu fiyata ilaçlar dâhildir ). Değişik zamanlarda bu fiyatlarda indirimler söz konusudur. Özellikle ilaç fiyatlarında düşme oluşmuştur. Tüp bebek merkezi sayısı artmasından dolayı da rekabet sonucu fiyatlar düşme eğilimindedir. Bir süredir yaşadığımız ekonomik zorluklar nedeniyle de tüp bebek yapılan hasta sayısı azalmış ve maliyetler daha da ağır bir hale gelmiştir.


Tekrarlayan Gebelik Kayıpları


Tekrarlayan gebelik kaybı veya tıbbi literatürdeki ismiyle “Habituel abortus” veya eski Türkçe ile “Mükerrer düşükler” ; gebeliğin ilk üç ayında ard arda en az üç kez ortaya çıkan ve kendiliğinden olan düşüklere verilen addır.
Çiftlerin yaklaşık %2' sinde bu sorun vardır. Bu durumun tanı ve tedavisi üremeyle ilgilenen tıp dallarının en güç konularından birini oluşturur.
Düşük (abortus), gebeliğin en sık rastlanan komplikasyonudur. Aslında bazı aylarda kadınlar daha gebe olduklarını bile farkına varmadan, adet kanaması ile "sessiz düşük" yapabilir. Yani her döllenme, sağlıklı gebelikle sonuçlanmaz. Bazen döllenme olur, fakat döllenme ürünü rahim içine yerleşmez ve sessizce, adet kanaması ile birlikte düşer. Bu durum sadece gebelik testleriyle anlaşılabilir. Biz buna “kimyasal gebelik” diyoruz.
Tekrarlayan Gebelik Kayıpları


Tekrarlayan Düşük Sebepleri / Düşük Yapmanın Sebebleri


1. Uterus (rahim) yapısal bozuklukları ve serviks (rahim ağzı) yetersizliği
2. Endokrin (hormonal) bozukluklar
3. Enfeksiyonlar
4. Kromozomal bozukluklar
5. Otoimmün hastalıklar (bağışıklık sistemi hastalıkları)
6. Çevresel ve diğer faktörler

Her birini ayrı ayrı ele almak gerekirse;

1) Uterus (Rahim) anatomik bozuklukları ve serviks (rahim ağzı) yetersizliği 


Rahim ağzı yetersizliği özellikle gebeliğin 4. ve 6. ayları arasında rahim ağzının sancısız bir şekilde açılması ve gebelik zarlarının yırtılmasıyla fetusun (bebeğin) dışarı atılmasıyla ortaya çıkan durumdur. Tedavisi genellikle cerrahidir. Üçüncü ayın sonunda rahim ağzına usulüne uygun şekilde dikiş konulabilir (McDonald ve Shirodkar ameliyatları).

Uterusun yapısal bozuklukları ise myomlar, rahim içi yapışıklıklar (adezyonlar), rahim içinde bir bölmenin olması (Uterin septum), çift rahim (Uterus didelfis) ve diğer şekil bozukluklarıdır. Tekrarlayan gebelik kaybı olanlarda bu bozuklukların sıklığı %10-15'tir. Bu bozukluklar; ya damarlanmayı kötü yönde etkileyerek ya da uterus boşluğunun boyutlarını küçültüp değiştirerek, fetusun yerleşeceği bölgeyi uygunsuz hale getirmektedir. Bu anormalliklerin cerrahi olarak düzeltilmesi düşük oranlarını azaltmaktadır.

2) Endokrin (hormonal) bozukluklar


En sıklıkla üç tür bozukluk tekrarlayan gebelik kaybı nedeni olarak akla gelmektedir. Bunlar;

1)Diyabet (şeker hastalığı)

2)Tiroid bezi hastalıkları
3)Bir adet düzeni problemi olan “korpus luteum yetmezliği” dir.
Kontrol altındaki diyabet hastalığının düşük riskini arttırmadığı iyi bilinir. Yani gebe kalan bir diyabet hastasının kan şekeri iyi bir şekilde kontrol edilirse düşük ihtimali artmamaktadır.
Tiroid hastalığının gebelik kaybına neden olduğuna dair bilimsel kanıtlar yetersizdir. Bu nedenle tekrarlayan düşüğü olanlarda tiroid homonlarına bakılmasının şart olmadığı söylenmektedir.
Adet düzeniyle ilgili problemler çoğunlukla “ovulasyon” yani yumurtlamayla ilgili aksaklıklarda görülür. Özellikle gebeliğin devamı için gerekli olan “progesteron” hormonunun yetersizliğine yol açan bozuklukların tekrarlayan düşüklere neden olabileceği düşünülmektedir. Adet düzeni ile ilgili problemlerin nasıl oluyor da düşüğe sebep olabildiğini daha iyi anlamak için normal fizyolojiyi anlatmakta fayda bulunmaktadır. Yumurtlama olup yumurta atıldıktan sonra yumurtalıklarda kalan kalıntısal yapıya “Korpus luteum” veya renginden dolayı “sarı cisimcik” adı verilir. Korpus luteum’un görevi, döllenme sonrası gebeliğin devamını sağlamak amacıyla progesteron hormonunu üretmektir. Progesteron hormonunun görevi ise, yeni oluşan bir gebeliğin vücut tarafından reddedilerek atılmasını engellemektir. Progesteron hormonunun salgılanma süresi, gebeliğin oluşmadığı durumlarda Korpus luteum’un ömrü kadar, yani 14 gün olmasına rağmen gebeliğin oluştuğu durumlarda 3 aya kadar devam ederek daha sonrasında yerini plasentaya devreder.Korpus luteum, gebelik oluşmasına rağmen daha kısa zaman içinde yaşlanır ve görevini plasentaya devredemeden yok olursa bu durumda “Korpus luteum yetmezliği” nden bahsedilir ve gebelik düşükle sonuçlanır. Korpus luteum yetmezliğinin tanısı rahim iç zarından alınan biopsi (Endometrial biyopsi) ile konur. Korpus luteum yetmezliğinin tedavisi ise eksikliğin ortaya çıkmaya başladığı dönemde progesteron hormonun ilaçlarla yerine konmasıdır. Bu tedaviye genellikle gebeliğin ilk üç ayında devam edilir.

3) Enfeksiyonlar

Virüs ve bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların gebelik kaybına neden olabileceği düşünülmektedir. Listeria monocytogenes, Toksoplasma türleri, Mycoplasma hominis, Ureaplasma urealiticum bu mikroorganizmalardan en sık görülenlerdir. Ne var ki bunların tek bir kez düşüğe neden olduğu bilindiği halde tekrarlayan düşük sebebi oldukları tam olarak kanıtlanamamıştır.

4) Kromozomal bozukluklar

Tekrarlayan düşüklerde çiftlerin %5'inde anne-babaya ait kromozomal bozukluk bulunmuştur. Bu sıklık genel toplumdakinden belirgin bir şekilde yüksektir. Anne ile babanın taşıyıcı olduğu ve hastalık oluşturmayan genetik problemleri, gebelikte aşikar hale geçerek yaşamla bağdaşmayan düşüklerle sonuçlanabilmektedir.Düşük tekrarını öngörmede çiftlerde genetik inceleme yapılması yardımcı olabilmektedir. Edinilen bulgular genetik danışmanlıkta dayanak oluşturmaktır. Düşük materyalinin kromozomal analizi de tedavi yönteminin başarısızlığı araştırılırken yararlı olmaktadır.

5) Otoimmün hastalıklar (Bağışıklık sistemi hastalıkları)

1980'li yıllarda araştırmacılar anti-fosfolipid antikoru denen, vücutta normalden sapma sonucunda oluşan, savunma sisteminin düzenlenmesinde etkili olan fakat tam olarak tanımlanamayan bir faktörün uyarısıyla yapılan oluşumların tekrarlayan düşük nedeni olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bu maddeler ile fetus ölümü arasında net ilişkiler saptanmıştır. Bu maddelerin etki mekanizması; plasentanın yetersiz kanlanmasına yol açan damar bozuklukları oluşturmasıdır. Bu tür hastaların bebek sahibi olabilmeleri için steroid tedavisi, düşük doz aspirin tedavisi “antikoagulan (pıhtılaşma engelleyici)” denen heparin adlı bir maddeyle tedavisi gerekebilmektedir.

6) Çevresel ve diğer faktörler

Gebelik kaybı anne yaşıyla artmaktadır. 35 yaş üzeri kadınlarda genç kadınlara oranla normal gebelik ihtimali büyük ölçüde azalır. 40 yaşın üzerindeki kadınlarda düşük riski %50'ye yaklaşır. Kadınlar bu riskler konusunda eğitilmelidir. Kadınların işe başlamasının düşük riskini artırmadığı İskandinav ülkelerindeki çalışmalarda gösterilmiştir. Bununla birlikte hastaların çalıştıkları yerde gebeliği riske sokacak kimyasallarla karşılaşmadıklarından emin olmak gereklidir. Sigara ve alkol kullanımı düşük riskini artırmaktadır. Pasif sigara dumanının etkisi hakkında ise net bilgiler yoktur. Psikolojik faktörlerin incelenmesi zor olduğu için tekrarlayan düşük nedeni olup olmadıkları net değildir.
Tekrarlayan Gebelik Kaybı Olan Hastaların İzlemi
Düşük riski, düşük sayısı arttıkça artar. Üst üste 4 düşükten sonra tekrarlama riski %50'ye kadar yükselmektedir. Tekrarlayan gebelik kaybı olan hastayı ele alırken en önemli yaklaşım eğitim ve destektir.
Hastalar çoğunlukla herhangi bir bulgu olmasa da kaybın anne yaşıyla birlikte artacağı konusunda eğitilmeli, erken doğum ve dış gebelik gibi diğer gebelik komplikasyonlarının artmış riski altında olduklarını bilmelidirler. Sağlıklı bir gebeliğin zarar görmesinin zor olduğu ve normalde rahim kramplarının artmasına neden olan cinsel ilişki ve egzersiz gibi aktivitelerin sağlıklı bir gebeliği bozmayacağını söylemek yararlıdır. Genellikle 35 yaş altındaki kadınlarda üç düşükten, daha ileri yaştakilerdeyse iki düşükten sonra laboratuar çalışmaları yapılmalıdır. Bu laboratuar yükünü ve sağlık hizmetlerinin maliyetini belli oranda azaltmak içindir. Bununla birlikte bazen bir çift uzun bir zaman beklemek isterken bir başkası tüm araştırma programının ilk düşükten sonra uygulanmasını isteyebilir. Düşük yapan çiftler tam bir değerlendirme ile başarılı bir tedavi sonrasında gebe kalınca ilk üç ayda yoğun doktor desteğine ihtiyaç duyarlar.
Son yıllarda ortaya atılan “Trombofili” durumunda ise plasentaya giden kan akımı oluşan küçük tıkaçlar sayesinde düşmekte ve rahim içindeki bebek kaybedilmektedir. Bu durumun tespiti sonrası kanda pıhtılaşmayı önleyici bazı ilaçlar ve “metioninden fakir diyet” tavsiye edilmektedir. Tekrarlayan gebelik kayıpları ile karşılaşan aileler, bunun bir kader olmadığına inanmalıdır. Bu inançla ve sabırla doktoru ile işbirliği içinde gerekli önlemler alınmalıdır. Nedene yönelik tedavi sonrası, başarılı gebelik oranlarının çok yüksek olabileceği (%90) unutulmamalıdır. Yine, ultrasonografik olarak 8. gebelik haftasında kalp atımının saptanmasının düşük riski %3-5'elere düşmektedir.
Bütün araştırmalara karşın hastaların %50’sinde hiçbir faktör saptanamamaktadır. Bu hastalarda iki yol izlenebilir: Birincisi üç gebelik kaybından sonra %70 oranında doğuma kadar giden gebelik oluşabileceği göz önünde bulundurularak hastanın yeniden gebe kalmasının teşvik edilmesidir. İkinci yol ise hastanın tüp bebek uygulamasına alınması ve PGD yöntemi ile embriyoların genetiğine bakılarak sadece normal embriyoların rahim içerisine transfer edilmesidir. Ancak burada tartışılan sorunlar normal gebe kalabilen bir hastanın tüp bebek gibi zorlu ve stresli bir işleme tabi tutulması, hastanın gebe kalmasının garanti olmaması, gebe kalsa bile tekrar düşükle sonuçlanabilmesi ve işlemin ekonomik maliyetidir. Yapılan çalışmalarda tekrarlayan düşükleri olan hastalarda PGD uygulandığında devam eden gebelik oranının arttığı görülmüştür.
Hastanın tedavi yöntemine karar verirken unutulmaması gereken en önemli faktörler hastanın yaşı, düşük sayısı ve daha önce doğuma kadar giden gebeliğinin olup olmamasıdır


Kısırlık Sebebleri - Nedenleri Nelerdir ?

Kısırlık Sebebleri - Nedenleri Nelerdir ?

1.Yumurtlama bozuklukları;

Kadınlarda birçok faktör yumurtlamayı bozmaktadır. Bu kadınlarda yumurtlama ya hiç olmaz ya da seyrek olur. Her iki durumda da gebelik şansı azalmıştır. Normalde her ay bir, bazen de iki yumurta gelişir ve gelişimini tamamladıktan sonra çatlar. Buna yumurtlama denir. Yumurta gelişmesine rağmen çatlamazsa gebelik oluşamaz. Bu kadınlarda başlıca bulgu adet düzensizlikleridir. Yumurtlama bozukluğu başlıca dört ana grupta incelenebilir ;
· Birinci grup yumurtalıkları çalıştıran hormonlar eksiktir.

· İkinci grup. Bu gruptaki hastalar yumurtlama zorluğu çeken polikistik over sendromlu hastalardır. Seyrek adet görürler. Kanama süreleri değişkendir. Tüylenmede artış vardır. Ciltleri yağlıdır. Sivilceler artmıştır.
· Üçüncü grup Bu gurup hastaların yumurtaları vaktinden önce yaşlanarak tüketilmiştir. Yumurtalıkta yumurta kalmaz ve erkenden menopoza girerler. Bunlarda gebelik elde etmek son derece zordur.
· Dördüncü grup Süt hormonu denilen prolaktin fazla salgılanır. Bu fazlalık yumurtanın çatlamasını zorlaştırır. Yumurta çatlasa bile spermin yumurtayı döllemesi oldukça güçtür.

2.Tuba ile ilgili faktörler

Tubalar spermin yumurtayı bulabilmesi için rahim ve yumurtalık arasındaki köprülerdir. Sağda ve solda birer tane olmak üzere iki tanedir. Tek tüp kapalı olsa bile başka gebeliği engelleyici faktör yoksa açık olan tek tüpten gebelik oluşabilir. Tüplerin tıkanması geçirilen karın içi enfeksiyonları, karın zarı tüberkülozları, geçirilmiş ameliyatlardan olabilir. Bazen de hiçbir sebep bulunmaz.

3.Rahim içi yapışıklıklar;

Rahim içi gebeliğin yerleşebilmesi için sağlıklı olmalıdır. Buradaki enfeksiyonlar, geçirilmiş cerrahi işlemler yapışıklıklara yol açarak fertiliteyi olumsuz etkilerler. Ayrıca rahim içinden çıkan polip dediğimiz küçük et parçacıkları da infertilite ve düşük sebepleri arasındadır.

4.Rahim ağzı faktörü;

Rahim ağzı spermlere geçirgen olmalıdır. Buradan salınan mukus spermler için yol gösterici iplikciklere sahiptir. Mukustaki kalite bozukluğu bu fonksiyonunu yapmasına engel olur.

5.Endometriozis;

Endometriyozis konusu sitede ayrıntılı olarak işlenmiş olup infertilitenin önemli sebepleri arasındadır.

6. Bağışıklık sistemi ile ilgili nedenler;

Alerjik nedenler de kısırlık sebepleri arasındadır. Bazı kadınların vücut salgılarında bulunan sperm karşıtıantikorlar spermleri öldürebilir veya hareketlerini durdurabilir. Bu durumda sperm sayısı yeterli olsa ve yumurta da gelişmiş olsa bile gebelik oluşamaz. Tedavisi güçtür ancak mümkündür.

7. Nedeni açıklanamayan kısırlık;

Tüm bulgular normaldir. Şu an bilinen hiçbir tıbbi gerekçe ile izah edilemezler. Oranı % 8 kadardır. Tüm testler normaldir. Stres faktörlerin bilinmeyen bir yolla etkili olduğu tahmin edilmektedir. Bu gibi durumlarda tedavi yumurtlamanın uyarılması ve aşılama yapılması ile gebelik elde etmeye yöneliktir.

8. Kadının yaşı;

Kadının en çok gebelik şansının olduğu yaş 24 tür. 35 yaşın üzerinde gebelik elde etmek zorlaşmaktadır. 40 yaşından sonra her şey normal görünse bile gebelik şansı % 10 lara düşmektedir. Sebep yumurtanın döllenebilme kapasitesindeki düşüklüktür.


Yumurtlama Tedavisi


Yumurtlama Tedavisi


YUMURTLAMA TEDAVİSİ (Ovulasyon İndüksiyonu)


Yumurtlama ilaçları ile kadınların yaklaşık % 80'ninde yumurtlama sağlanabilir. Bunların da yaklaşık yarısı doğuma kadar ulaşabilir. Normalde bir kadında her adet döneminde (yani her siklusta) temel olarak hormonların yönettiği karmaşık bir olaylar zinciri yaşanır. Bu zincir aynı zamanda hassas bir zincirdir ve bir çok faktörün bir arada, uyum içinde çalışmasını gerektirir.
"Ovülasyon indüksiyonu (=yumurtlama tedavisi)", verilen ilaçlar ile yumurtlamanın uyarılmasını, yumurtlama sayısının arttırılmasını ve bu şekilde gebe kalma olasılığını yükseltmeyi amaçlayan yöntemleri içerir. Yumurtlamanın olmadığı veya düzensiz olduğu kadınlarda kullanılabildiği gibi infertilite nedeni açıklanamayan hastalarda veya erkeğe ait nedenlerle ortaya çıkan durumlarda da kullanılabilir.


Ovulasyon İndüksiyonu Nasıl Uygulanır?


Yumurtlama tedavileri ya da diğer adıyla ovulasyon indüksiyonunda kullanılan çok sayıda ilaç vardır. Temel amaç önceden problemli olan ovulasyonu sağlamak, ovulasyonu düzenlemek ve sayısal olarak yumurtaların artması ile de gebelik şansını yükseltmektir. Ancak gebelik için sadece yumurta sayısı değil yumurta kalitesi de önemlidir. Ovulasyon indüksiyonunda kullanılan ilaçlar; farklı dozlarda, farklı kombinasyonlarda diğer ilaçlarla birlikte ve değişen sürelerde kullanılır. Olgun yumurtalar elde etmek için birtakım ilaçlar kombine olarak kullanılır. Her hastanın kişisel özelliklerine göre değişik ilaç rejimleri kullanılır. Ancak, çoğu rejimler aşağıda adı geçen ilaç gruplarını içerir.


Yumurtlama Tedavisinde Kullanılan İlaçlar;


1) GnRH Analogları
Günlük veya tek doz yapılan enjeksiyonlar ile burun spreyi şeklinde uygulanan ilaçlardır.
Bu ilaçlar down regulation dediğimiz, hipofiz bezinin doğal olarak FSH ve LH üretimini kısarak, olgunlaşmakta olan folliküllerin erkenden bozulmalarını önlerler.

Yan etkileri arasında lokal cilt reaksiyonları (kızarıklık v.b.), baş ağrısı, sıcak basmaları ve ruh hali değişiklikleri sayılabilir. Tüm yan etkiler ilaç kesildikten bir süre sonra düzelir. Eğer bu ilaçları kullanırken adetiniz iki haftadan daha fazla gecikirse gebelik testi yaptırmanız gereklidir.
2) Menotropinler:
FSH ve LH hormonlarını beraber içerek günlük enjeksiyonlarla follikül gelişimini uyaran ilaçlardır. Avantajı follitropinlere göre daha ucuz olmasıdır.
3) Follitropinler:
 İçlerinde yalnızca FSH bulundurup çok ileri teknolojiler kullanılarak (DNA rekombinasyonu ile) üretilirler. Laboratuar ortamında doku kültürlerinde oluşturulurlar. Menotropinlere göre daha yeni ilaçlardır. Follitropinlerin her ampulerindeki ilaç dozları standarttır ve kısa iğnelerle cilt altı (subkutan), uzun iğnelerle kas içine (intramusküler) enjeksiyonla kullanılabilirler. Son derece etkili tedavi sağlamalarına rağmen dezavantajları pahalı olmalarıdır. Recombinant saf (pür) LH içeren cilt altına iğne yapma şeklinde uygulanan ve yumurtalık gelişimini sağlayan diğer bir follitropin grubuda mevcuttur.
4) hCG hormonu: 
Yumurtaları çatlatma amacıyla yumurta toplama işleminden 34-36 saat önce uygulanır. Bu hormonun etkisi büyümüş folliküller içerisindeki yumurtaları olgulaştırarak döllenmeye hazır hale getirmek ve aynı zamanda progesteron salgılanmasını başlatmaktır.
5) Doğal progesteronlar:
Yumurta toplanmasından sonra uygulanırlar. Alternatif olarak, günlük progesteron enjeksiyonları da kullanılabilir. Doğal progesteronların hepsinin amacı endometrium denen rahmin iç duvarını embriyoların yuvalanmasına hazırlamaktır. Bazen ek olarak hormonal destek olarak hCG enjeksiyonları da kullanılabilir. Görülebilen yan etkileri; göğüslerde hassasiyet, baş ağrısı, bulantı, sıvı tutulması, halsizlik, ruh halinde değişiklik, depresyon, vajinal kullanımda ise bunlara ek olarak vajinal kaşıntı ve irritasyondur. Eğer daha önceden damarda kan pıhtılaşması, emboli ya da tromboflebit yaşadıysanız doktorunuza bu konuyu tekrar hatırlatınız.
6) GnRH antagonistleri: 
Günümüzde GnRH analoglarının yerine kullanılmak üzere geliştirilen ilaçlardır. Ovulasyon indüksiyonu, kullanılan tedavi protokolüne göre değişebilen bazı takipleri gerektirir. Belirli adet günlerinde laboratuar tetkikleri ve düzenli follikül takibi (follikülometri) yapılır. Çünkü her kişinin ovulasyon indüksiyonuna verdiği yumurtlama yanıtı farklıdır. Bazen bir tedavi protokolü başlanır. Yumurtlama cevabı yeterince alınamaz. Bu durumda ilaç protokolü değiştirilerek tedaviye devam edilebilir. Bu nedenle tedavi protokolü, ilaç dozları ve kullanılacak yardımcı üreme tekniği kişiden kişiye farklılık gösterir. Bazen aşırı cevap alınabilir ki bu duruma “Ovaryan Hiperstimülasyon Sendromu (OHSS)" denir. OHSS’de durumun şiddetine göre tedavi gerektirebilen istenmeyen bir durumdur.

Rahimin Doğumsal Anomalileri


Rahimin Doğumsal Anomalileri


Embriyonik dönemde serviks (rahim ağzı) ve uterus (rahim) sağlı sollu yerleşmiş "müller kanallarının" orta hatta birleşmesinden ve kaynaşmasından meydana gelir. İlk birleşmede iç duvarlar orta hatta ince bir bölme oluşturur. Kaynaşma ilerledikçe bu bölme serviksten uterusa doğru (aşağıdan yukarı) incelerek kaybolur. Rahimdeki anomalilerin bir kısmı bu birleşmenin hiç olmaması ya da birleşme ve kaynaşmanın yetersiz olmasından kaynaklanan doğumsal anatomik bozukluklardır.
Anomali olarak çift rahim, çift serviks ya da çift vajina görülebilir.
Daha nadir olarak, rahmin, vajinanın gelişmemesi (vajinal agenezi) söz konusu olabilir.
Rahim içinde veya vajinada bölmeler (perdeler) de görülebilir (ör; uterus didelfis, uterin septum, vajinal septum gibi). Bu bölme veya perdeler tam veya kısmi olabileceği gibi enine veya boyuna da olabilir.
Rahimin çift boynuzlu görünümü (uterus bikornis), tek boynuzlu şekli (uterus unikornis), rudimenter( gelişmemiş) boynuz görülebilir.

Bazı uterus (rahim) anormallikleri hafif ise hiç belirti vermeyebilir. Bazı durumlarda ise gebelik oluşumuna engel teşkil edecek düzeyde anomali şiddetli olabilir.


Uterin anomaliler nelere sebep olabilir?


Hamile kalamama (kısırlık, infertilite)
Hamile kalıpta düşük yapma (abortus)
Tekrarlayan gebelik kayıpları
Erken doğum
Amniyon suyunun erken gelmesi (EMR,erken membran rüptürü)
Bebeğin doğumda baş ile değilde makad veya yan olarak gelmesi (prezentasyon anomalileri)Intrauterin exitus (bebeğin rahim içinde ölümü) gibi pek çok komplikasyonlara neden olabilir.
Tekrarlayan erken gebelik kayıpları da uterus anomalilerin bulgusudur.

Ancak doğuştan rahmin bu tür anatomik problemleri olsa dahi rahim içi hacmi bebeğin normal gelişimi için yeterli olan kadınlarda doğuma kadar hiç bir problem çıkmayabilir.
Vajinanın hiç olmadığı durumlarda tedavi bölgedeki dokularda bir kanal açılarak bir vajina yapılmasıdır.
Doğurganlığın etkilendiği durumlarda metroplasti (uterusun şeklinin ameliyatla düzeltilmesi) operasyonu gerekir. Septum (bölme) varlığında, histeroskopi ile rezeksiyonu (çıkartılması) en etkili tedavidir.